28 Aralık 2012 Cuma

Für Mein Schatz

Hayallerini başkasının yaşadığını görmak zordur. Birlikte yaşamayı hayal ettiğin insanın, senin hayallerini bir başkasıyla yaşadığını görmek daha zordur. Ama şüphesiz en zor olan, biriyle birlikte kurduğun hayallleri, o kişinin başka bir kişiyle yaşadığını bilmek. İşte bu hayattan soğutur ve bunun acısı dünyada başka hiç bir duyguda yoktur... Yok vardır... Evet şu an daha zorunu buldum. O 'birisini' bu hayaller için seviyorsan, sizi bir birinizi bağlayan bu hayallerse, kısacası siz bir hayale aşıksanız ve demin dediğim gibi bu hayalleri diğer kişi bir başkasıyla yaşıyorsa tebrikler kadere isyan için nur topu gibi bir sebebiniz oldu.

Yıllar önceydi. 18'ime yeni girdiğim zamanlar. Bir kız sevdim o da beni sevdi. Ah, ne güzel değil mi gençliğin baharındasın, seviyorsun seviliyorsun. ÖSS belası ve kötü giden dersler bile seni etkilemiyor dolu dizgin yaşıyorsun, hisediyorsun aşkını. Rüya gibi geliyor kulağa. Ama bir engel vardı önümüzde. Mesafe...Mesafe mi? Çok basit oldu bu. Saatler, sınırlar, ülkeler... Aynı zaman diliminde bile yaşamıyordum sevdiğimle. Hep bir saat geriden geliyordu, dakikalarımız bile kavuşamıyordu.Dokunamadan, koklayamadan sevdik birbirimizi.. Ortak olan tek şey hayallerimizdi. Onlara tutunarak, bir gün bu mesafenin biteceğini hayal ederek sevdik bir birimizi. Birbirimize aşık eden kader, bir gün kalıcı olarak buluşturacaktı ve hiç ayırmayacaktı bizi. Yoksa niye tanışmış ki?. Tanrı niye istemişti birbirimizi sevmemizi? Sadece acı çekmemiz özlemle yanmamız için mi? Hayır bu kadar gaddar olamazdı, hem inançlı çocuklardık dualar ediyorduk ona. Evet buydu tüm aşkın tutanağı... Hayaller, dualar ve tanrıya olan güvenimiz. Bir gün tüm hayaller boşa çıktı. Tüm dualar geri döndü ve tanrı bizi yüz üstü bıraktı. Sevgisizlikten değil imkansızlıktan bırakmak zorunda kaldık birbirimizi.

Her şeyde vardır bir hayır lafını o günden beri sevmem çünkü bundan hiç bir hayır yoktu ve olmadı da. Zaman beni daha mutlu ve iyi bir insan yapmadı. Hatta yoldan çıkardı, süründürdü. Şimdi ondan bir haberi bile çok görüyor bana. Tek bir satır... O mutlu. Bunu duymaya bile o kadar ihtiyacım var ki. Ondan en son duyduğum haber 3 yıl önceydi. 'Bir sevgilim var, ciddi bir ilişki ve seninle görüşmemi istemiyor. Hoşçakal' diyip bitirmişti maili. Kolaysa sen hoşçakal... Kurduğumuz hayalleri yaşayacağı biri var artık hayatında nasıl hoş olayım ben? Sonraları benim de o hayalleri yaşayacağım insanlar girdi hayatıma ama onlar da gitti. Artık tek kişilik hayaller kuruyorum. Onları kendi gücümle çabamla oldurmaya çalışıyorum.

Zaman bir şeyi daha aldı elimden. Artık yüzü bile hafızamdan siliniyor. Oysa yıllar önce, bir ömür göreceğimi  hayal ettiğim yüzdü o. İnsanoğlunun sözü bir sana geçmez, sana ne kadar yeniğiz ey zaman. Senin unutturamayacağın tek şey hisler. Ne gördüğün, ne duyduğun, unutulur ama nasıl hissettiğin asla unutulmuyor bu dünyada. Hala acısı, sevinçi, hüznü kalbimda o aşkın. Ve 'O' kaderin bana en büyük kazığı, hayatın bana en büyük borcu. Bunun hesabını bir gün mutlaka soracağım muhattabım kim olursa olsun.

Bugün doğum günün. İyi ki doğdun.İyi ki vardın. Keşke hep olsaydın...

Erkek ve aşk



" Bir erkek sevdiği kadının kendisine çok âşık olduğunu sezmeyi istemez. Karşısındaki sanki ona sahipmiş gibi davranırsa sıkılır. Çirkin bir tavırdır bu. 'Ruhun ve vücudunla benimsin!' İşte ben böyle şeylere dayanamam. Hiç bir erkek dayanamaz zaten. Kaçmayı, bağımsızlığına kavuşmayı düşünür. O karısına sahip olmayı ister. Karısının ona sahip olmasını değil."  (Nilde Ölüm, s:61)

Erkeklerin aşka ve ilişkilerini bundan daha sade ve doğru açıklanamazdı. İşin ilginç noktası ise bunu söyleyen kişi polisiye romanların üstadı Agatha Christie.

21 Aralık 2012 Cuma

Çanlar Kimin İçin Çalıyor- Ernest Hemingway

Metallicanın For Whom the Bell Tools  şarkısı en çok sevdiğim şarkılar listesinde üst sıralarda. 3 yıl önce bu şarkının hikayesini araştırıp Hemingwayin kitabından esinlenerek yazıldığını öğrenince, merak etmeye başladım bu kitabı. Ama bunun bir de filmi olduğunu duyunca, doğal olarak filmini izlemeye karar vermiştim. Filmi çok aradım mamafih torrent dışında bir paylaşım sitesinde bulamadım. O zamanlar torrent kullanmak kaldığım yurtta yasak olduğu için filmi izleyememiş, kitabı okuma seçeneğini de aklıma hiç getirmemiştim. Kitap kurtluğuna özendiğimi bugünlerde aklıma tekrardan gelen bu eseri nihayet okuyabildim. Hemingway, harika bir kitap yazmış. Ancak Metallica'nın şarkısının verdiği hazzı verebilecek bir eser değildi benim için. Zaten öyle bir şey de beklemiyordum. O şarkı başlı başına bir baş yapıt. Her neyse kitabı tahlile geçeyim.

"Ada değildir insan, bütün hiç değildir bir başına; anakaranın bir parçasıdır, bir damladır okyanusta; bir toprak tanesini alıp götürse deniz, küçülür Avrupa, sanki yiten bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurtluğunmuş gibi, ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını; senin için çalıyor." John Donne

Yukarıdaki sözle başlıyor Hemingway kitaba ve gönüllü olarak İspanya iç savaşına cumhuriyetçiler kanadından katılan Amerikali bir öğretim görevlisinin 4 günlük macerasını anlatıyor. Cumhuriyetçilerin iş birliği yaptığı gerillaların yanına yerleşen ve onlarla birlikte köprü patlatma eyleminden sorumlu olan Robert Jordan, gerillalarla geçirdiği 4 güne daha önce hayatında tatmadığı bir çok duyguyu sıkıştırır. Aşkı, umudu, ihaneti, dostluğu, çaresizliği, adanmışlığı öğrenir gerillalardan. Kitap bir yandan da İspanya İç savaşına ayna tutuyor. Amerika-Rusya destekli Cumhuriyetçilerin aslında çok kötü yönetildiğini askerlerinin kendi kaderlerine bırakıldığını anlatıyor.

Yazarın biraz Cumhuriyetçiler'den taraf olduğu açık fakat Cumhuriyet yanlısı gerillaların Faşistler'e yaptıkları işkenceleri insanlık dışı muameleri anlatmaktan da geri kalmıyor. Zaten kitabı bitirdikten sonra farkediyorsunuz ki Hemingway'in derdi taraf tutmak değil, savaşın acı yüzünü ve gereksizliğini okuyucularına anlatmak. Hatta bir yerde şöyle buyuruyor üstad: 'İnsanın milliyeti ve siyasi görüşleri ölüyken belli olmaz.'

Hemingway'in akıcı bir dili ve çok başarılı betimlemeleri mevcut. Okurken dağ havasını, kar soğuğunu, mağara ortamını hissedebiliyorsunuz. Ayrıca kitaptaki kişilerin çok belirgin karakterleri var ve hikaye sayesinde bunları ortaya çıkarabiliyorsunuz. Psikolojik çözümlemeler, karakter tahlilleri kahramanlara karşı sempati-antipati duymanıza yardımcı olacak kadar ayrıntılı ve başarılı. Ayrıca çatışma anları gözünüzün önünde film gibi canlanıyor, adeta film izler gibi okuyorsunuz satırları.

Tarih, politika, savaş aşk entrika... Bir çok konuyu içerisinde barındıran heyecanlı bir roman. Okunmanızı tavsiye ederim. Kitabın bitirilmesinin hemen ardından Metallica'nın şarkısı dinlenince tesirin 5 kat arttığı da İsviçreli bilim adamlarınca kanıtlanmış. Ben de buraya bir linkini koyayım şarkının. Hem de senfoni orkestrsıyla birlikte çalınmış mükemmel versyonunu. İşte Müziğin doruk noktası:



16 Aralık 2012 Pazar

İçim rahat etmiyor


Futbol bu maç için icad oldu. Ne el clasico ne dünya kupası ne total futbol... Bunların hepsi anlamsız kalıyor bu maçın heyecanı ve büyüklüğü karşısında. Lig fikstürü çekilir çekilmez ilk bakılan tarih bu maçın tarihi oluyor ve bütün sezon bugün iple çekiliyor. İşte o gün geldi çattı. Bugün günlerden Galatasaray-Fenerbahçe maçı.

Geçen sene şike olayları yüzünden Fenerbahçe küme düşürülsün diye çok dua ettim. Ancak geçen sene 14. haftada oynanan derbi öncesi düşündüm ki, şu heyecanın olmadığı bir sezon boş ve anlamsız gelirdi. Maç öncesi heyecan, maç sonrası yaşanan sevinç ya da hayal kırıklığı başka hiç bir platform hiç bir rakip karşısında yaşanmıyor. Tanrım bizlere bu maçın oynanmadığı seneler yaşatmasın.

Maçın değerlendirmesine gelirsek bir Galatasaraylı olarak bugün çekiniyorum. Çünkü Galatasaray, tam Fenerbahçe'nin dişine göre futbol oynuyor. Topu ayağından tutuyor ama pozisyon yaratamıyor. Ayrıca defansında çok boşluk bırakıyor ve kolay gol yiyor. Daha önce de söylediğim gibi, topun gol olması için Galatasaray ceza sahasına girmesi yetiyor. Bizim takım ne yapıyor ediyor kaleye sokuyor onu. Derbi maçlarda Fenerbahçe'nin de ilk pozisyonunda gol atma geleneğini bildiğim için, bu maçta da bunun olmasından çok korkuyorum. Olur da Galatasaray ilk golü yerse daha hırsla ve kontrolsüz saldıracaktır Fenerbahçe kalesine tıpkı geçen sene Süper Final'de Ali Sami Yen'de olduğu gibi. Ve oyun Fenerbahçe'nin istediği kıvama gelir hızlı adamlarıyla farklı galibiyet alabilir.

Ancak bu sene Galatasaray adına olumlu olan durum, forvetlerinin Fenerbahçe'ye ters gelen yapıda olması. Umut Bulut da Burak Yılmaz da daha önce baya sorun yaşattı Fenerbahçe'ye. Geçen sene kaçan saç baş yoldurucu goller bu sene kaçmaz diye umut ediyorum. Ve olur da ilk golü Galatasaray atmayı başarırsa bu sefer Galatasaray farklı galibiyete gidebilir.

Ben teknik direktör olsam takımımı kontrollü oynatırım. Sonuçta yenilmemek şu an en önemli şey. Manchester maçının benzeri bir oyun oynatırdım takıma. Ancak Fatih Terim söz konusu Fenerbahçe maçı olunca mantıktan çok duygularıyla hareket ediyor. Bu yüzden Manchester maçının yerine, Süper Final'deki maçın bir benzerini bekliyorum. Ancak bu sefer iki takım da daha becerikli forvetlere sahip. Bol gollü bir maç olacağını ve kazanan tarafın en az 3 gol atacağını düşünüyorum.

Objektif bakmayı bırakıp Galatasaray taraftarı kimliğime bürünürsem, 2 dileğim var Cimbomum! Bütün sene bu maçı bekliyoruz. İçim rahat etmiyor biliyorsunuz... Haydi Cimbomum güldür yüzümüzü bu gece. Burak'a güvendik Umut'a Inan'dık.

14 Aralık 2012 Cuma

Yüz Yıllık Yalnızlık- Gabriel Garcia Marques

 


Bu hafta okuduğum ikinci kitap ise Gabriel Garcia Marquez'in 'Yüz Yıllık Yalnızlık' kitabıydı. Sevimli ama buruk bir hikayeler bütünüydü bu eser. Bir ailenin 4 kuşak boyunca her ferdinin hikayelerini ve en sonunda sülalenin yok oluşunu anlatıyor yazar. Dili o kadar samimi ki en sıra dışı olayları bile gerçekmiş gibi kabul ediyorsun. Sanki her gün rastlanabilecek bir olaymış gibi... Bir kızın birden bire uçup gidivermesi mesela ya da gökten çiçek yağması... Ayrıca yazar en hüzünlü anları bile o kadar sempatik anlatıyor ki olaya mı üzüleceksin yoksa yazarın diline mi güleceksin şaşırıyorsun. Örneğin, kitabın en güçlü karakterlerinden Ursula Ninenin ölümünü öyle bir anlatıyor ki yüzünde gülümseme kalbinde buruklukla satırların arasında akıp gidiyorsun.


Yazarın tembelliğinden midir yoksa Güney Amerika'nın geleneklerinden mi bilinmez, kitaptaki karakterlerin isimleri hep aynı. O yüzden kitabın başında bir soyağacı veriliyor ki sıklıkla akla düşen bu hangisiydi şimdi sorusuna yanıt kolaylıkla bulunabilsin. Kişilikleri de zaman içinde birbirine çok benzeşen ama farklı zamanlarda farklı hikayeler yaşayan insanların aynı ev içerisindeki birbirinden kopuk halleri anlatılıyor. Ailenin kuruculuğunu yaptığı kasabanın zaman için gelişmesi, ilkel hayattan modern hayata geçmesi ve tabii bu modern hayatın artıları, eksiler de işleniyor kitapta. Bir yerde ' kasabaya devlet geldi ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı' diyor yazar. İşlerin nasıl değiştiğini de bir bir anlatıyor. Ondan sonra gelsin iç savaş, gitsin devrimciler, gelsin kapitalizm başlasın grevler...

Yazarın dili ve üslübu insanı saran, kitabı elinden bıraktırmayan bir samimiyet ve sempatiklikte. 10'dan fazla kişinin hayatlarını teker teker ve kafada bir soru işareti bırakmadan anlatıyor. Bir insanın hayatına başlarken önce onun nasıl öleceğini anlatıyor ve içinizi acaba işler o noktaya nasıl gelecek sorusuna kemirtirerek birbiri ardına okutuyor sayfaları. Son sayfalara yaklaştıkça da hem merak ettirerek hem de kitabın bitmemesi için dua ettirerek okutuyor insana. Son 50 sayfayı okurken kendimi iyice yavaşlatıp arada yemek yiyip banyo yapıp okudum. O derece... Okunmasını şiddetle tavsiye ettiğim harika bir roman. Bill Clinton'un da en sevdiği kitapmış bu arada bu ayrıntıyı da vereyim. O bile bu kadar sevmişse bir bildiği vardır.





Twitter: @altnskmrt

Görünmez Canavarlar-Chuck Palahniuk


Bu hafta iki kitap okudum. İkisi de birbirinden çok farklı kitaplardı. Genel olarak da bir benzerinin zor bulunacağı konuları ve kurgulari vardı kitapların. Ama etkileyicilik ve yazarların vermek istediği duyguyu okuyucuya aktarma açısından ikisi de çok başarılardı.

İlk kitabım Chuck Palahniuk'un yazdığı 'Görünmez Canavarlar'dı. Ruh hastası bir kitap... Evet bu kitabı en iyi böyle tanılayabilirim. Sıra dışı bir konusu, sıra dışı bir kurgusu var. Kitabın vermek istediğimi mesajlar çok keskin ve bunu insana dayak atarcasına veriyor yazar. Dövüş Kulübü'nü yazabilmiş bir insan için normal diyorsunuz ama bu kitap ondan daha çarpıcı ve rahatsız ediciydi. Dövüş Kulübü'nden alışık olduğumuz popüler hayata karşı tavrı burada daha sert. Popüler hayatın bizi nasıl çevirip çevrelediği tercihlerimizi nasıl etkilediği en çarpıcı hikayelerle aktarılıyor okuyucuya. Kitapta bolbol alti çizilesi sözler ve marka isimleri var. Dağarcığınız genişleyecek.

Kitabın içeriğine biraz girecek olursamö spoiler vermeden duramayacağım o yüzden bir iki cümle ile kıvırmaya çalışayım. Genç ve güzel bir model olan Shannon'un başına bir kaza gelir ve bu kazada suratı parçalanır. O da 'madem güzel olamıyorum ben de görünmez olurum' diyerek suratına bir peçe takar.  Daha sonra da hastanede tanıştığı Brandey Alexander ile yeni bir hayata yelken açar. Bu hayatın ve hikayelerin içinde yazar popüler kültür düşkünlüğünün insanları ne hale getirdiğini, aile ve toplumla ilişkilerin insanı nasıl etkilediğini bizlere rahatsız edici şekilde anlatıyor. Bazen abartıya kaçsa da bolca da süprize yer veriyor eserinde. Okunmasını şiddetle tavsiye ettiğim bir eser. Ancak kitabı elinize aldığınızda arka kapaktaki yazıyı okmayınız. Benim bu blogda düşündüğüm hassasiyeti maalesef yayın evi düşünmemiş ve çok feci spoilerlarla donatmış yazıyı. Ha kitaptaki süprizler onunla mı kalıyor? Tabii ki hayır.





Twitter:@altnskmrt

7 Aralık 2012 Cuma

Simyacı- Paulo Coelho




Ardarda Kürk Mantolu Madonna, Kuyucaklı Yusuf ve Aylak Adamı okuduktan sonra,  yazgım ne ise ona boyun mu eğeceğim, hayallerim asla gerçek olmayacak mı telaşı sarmıştı beni. Ama bu karamsarlığımı dağıtmama yardımcı olacak bir kitap çıkageldi elime. Hem de hiç öyle bir şeyi beklemeden okurken. Şimdi biraz daha huzurlu, kendimle barışık ve umutluyum gelecekten. Bakalım neymiş bu beni hayata bağlayan umutlarımı yeşerten kitap. İşte size sıkışan kulun Hızırı niteliğindeki Simyacı analizim:

Benimle yaşıt bir kitap... Çocukluğumdan beri de adını sürekli duyardım. Evimizde de vardı bu kitaptan ama hiç alıp okumamıştım bu zamana kadar. Bugünlerde içimde yanan kitap okuma aşkıyla tekrar aklıma geldi bu eser ve okumaya karar verdim. 3 saati içinde de bitti kitap. Su gibi akıp gider bir hikaye ve anlatım var. Konu bu topraklara yabancı değil. Bütün insanların Tanrını bir parçası, onun dünyadaki görüntüsü olduğunu işliyor kitabın bazı yerlerinde Brezilyalı ünlü kalem. Mesneviden esinlenerek yazıdığını açıkça ifade ediyor zaten. Her neyse beni etkileyen kısmı da burası değil merak etmeyin. Kitaptaki esas olay, eğer insan hayallerin peşinden koşarsa evren ona yol gösterir ve yardımcı olur mesajı. Hayallerinin peşinde koşmak isteyen insanlara evren işaretler yollar, gerek başına gelen işlerle gerek de karşılaştığı insanlarla. Sen bu işaretleri farkedersen ve doğru yorumlarsan hayallerine ulaşabilirsin diyor bunu da olaylar zinciri ile okuyucusuna aktarıyor Coelho. Bir cümle ile hikayeyi özetlemek gerekirse; hayallerinin peşinden koşup önce ailesini terkedip çobanlığa başlayan, sonra da Mısır piramitlerine hazine aramaya giden genç Santiago, yolda karşısına çıkan işaretleri okuyarak ve hayalleri uğrunda ölümü göze alarak maceralara atılıyor. Eh mutlu sonla bittiğini de söylersem çok ağır bir spoiler vermiş olmam. Zaten süprizli kısmı hazineye ulaşması değil.

Evet etkileyici bir roman, okurken insana ilham ve cesaret veriyor. Ama kitabı bitirdikten sonra bu kitap nasıl olda da bütün dünyada bu kadar yaygın olabildi sorusu aklıma geldi. Konusu bir çok eserde bir çok kere kullanıldı. Çok fazla fantastik işaretler barındıran bir eser de değil. Öyleyse nasıl bu kadar meşhur oldu diye kafa patlattım ve şu karara vardım. Kitapta 3 dinden de izlere rastlanıyor. Tevrat'tan ve İncil'den bölümler, isimler sıklıkla kullanılmış ve hikayenin büyük kısmı Müslüman topraklarda geçiyor. Ayrıca yazının başında da söylediğim gibi Mesnevi'den esinlenilmiş bir hikaye. Böyle olunca tüm kültürlere hitap etmiş Paulo Coelho. Herkese onlardan bir şey sununca da dünyanın her tarafından insanlar bu kitabı benimsemekte zorlanmamış. Alttaki grafikte gördüğümüz gibi de dünyada en çok okunan 5. kitap durumunda


Kitaptan kendime çıkardığım derse gelince... Bunca yıl bekledikten sonra zor günlerimde okuduğum Simyacıyı evrenin bana mesajı olarak kabul ediyorum. Bugünlerdeki yalnızlığım ve işsizliğim 'sayesinde' daha çok okumaya, kendimi geliştirmeye fırsat buldum. Bu geliştirdiğim özelliklerim bana hayallerime ulaşma yolunda bir gün mutlaka yardımcı olacaklar. Öyleyse, şu an yaşamam gereken, bana dersler barındıran bir zaman dilimi içerisindeyim. Yani bir acizlik düşkünlük değil bunlar. Sadece gecenin en karanlık anını yaşıyorum. Diğer deyişle şafağa en yakın anını...

5 Aralık 2012 Çarşamba

Uefa mı? Bragallahın Aşkına



Braganın bendeki yeri ayrıdır. Football Manager serüvenimde, 2008'den 2020 yılına kadar çalıştırıp onlarca başarı kazandığım, en sonunda da kulübün kendi adıma bir stadyum yaptığı bir takımdır. O yüzden sempatim vardır. Hatta oynayan şu an oynayan bazı futbolculaırnı oğlum gibi severim. Mesela Alan... Benim hocalığımda da başarılı oyuncuydu bu sene de şampiyonlar liginde 4 maç üst üste gol atarak bu alanda Süper Mario Jardel'in rekoruna ortak oldu( Brezilyalı oyuncular arasında). Onun başarısı beni gururlandırıyor adeta - tabii ki bize attığı gol mutlu etmedi- Ve gruplar çekilip fikstür belli olduğunda ilk tepkim Braga ile Portekiz'de final maçı oynarız, yenilmezsek gruptan çıkarız olmuştu. Ancak olaylar beklediğimden çok farklı gelişti. Hiç şans tanımadığım Cluj iki maçta da Braga yenerek iddasını sürdürürken Braga'nın avrupa yolculuğunu sonlandırdı. Galatasaray ise kabus gibi geçen ilk 3 maçın ardından mücadeleyi bırakmayarak ard arda 2 maç kazandı ve 2. sırayı ele geçirdi. Bu aksamki maç öncesi de avantajı eline geçiren taraf oldu çünkü rakibi Düşler Tiyatrosunda sahneye çıkacak. Manchester ne kadar yedek kadroyla çıkarsa çıksın o sahnede maç vermez. O açıdan bir sıkıntı olacağını düşünmüyorum.

Ancak Galatasaray bu maçta İngiltere'yi beklemeden kendi göbeğini kendi kesmeli, taraftarlarına son dakikalarda heyecan yaşatmamalı. Bunun için erken bi gol bulup rakibin direncini kırmamız gerekiyor. Hem erken gelecek gol Cluj'un da Manchester'daki konsantrasyonunu bozacaktır. Zaten UEFA'ya kalmaya razı olan rakip iyice salacaktır kendini.

Kafamda oynadığım maç rahat geçiyordu. Deplasmanda 3-1 kazandığımız Cluj maçına benziyor ve benzer bir skorla bitiyor her senaryo. Tabii ki sahada her şey daha farklı olacak ancak gerçek mücadelemizi sahaya koyarsak Braga yenemeyeceğimiz bir takım değil. Bu akşam en büyük kozumuz yine kral Burak olacaktır. Dileğim Rieranın gol atması. Son maçlarda çok iyi oynuyor, bir golle bu futbolunu süslemesi çok yakışıklı olacak. Bir de Selçuk'un frikiği olursa tadından yenmez. Haydi Cimbomum yüzümüzü güldür bu gece.