Bu hafta okuduğum ikinci kitap ise Gabriel Garcia Marquez'in 'Yüz Yıllık Yalnızlık' kitabıydı.
Sevimli ama buruk bir hikayeler bütünüydü bu eser. Bir ailenin 4 kuşak
boyunca her ferdinin hikayelerini ve en sonunda sülalenin yok oluşunu anlatıyor
yazar. Dili o kadar samimi ki en sıra dışı olayları bile gerçekmiş gibi kabul
ediyorsun. Sanki her gün rastlanabilecek bir olaymış gibi... Bir kızın birden
bire uçup gidivermesi mesela ya da gökten çiçek yağması... Ayrıca yazar en
hüzünlü anları bile o kadar sempatik anlatıyor ki olaya mı üzüleceksin yoksa
yazarın diline mi güleceksin şaşırıyorsun. Örneğin, kitabın en güçlü
karakterlerinden Ursula Ninenin ölümünü öyle bir anlatıyor ki yüzünde gülümseme
kalbinde buruklukla satırların arasında akıp gidiyorsun.
Yazarın dili ve üslübu insanı saran, kitabı elinden bıraktırmayan bir samimiyet ve sempatiklikte. 10'dan fazla kişinin hayatlarını teker teker ve kafada bir soru işareti bırakmadan anlatıyor. Bir insanın hayatına başlarken önce onun nasıl öleceğini anlatıyor ve içinizi acaba işler o noktaya nasıl gelecek sorusuna kemirtirerek birbiri ardına okutuyor sayfaları. Son sayfalara yaklaştıkça da hem merak ettirerek hem de kitabın bitmemesi için dua ettirerek okutuyor insana. Son 50 sayfayı okurken kendimi iyice yavaşlatıp arada yemek yiyip banyo yapıp okudum. O derece... Okunmasını şiddetle tavsiye ettiğim harika bir roman. Bill Clinton'un da en sevdiği kitapmış bu arada bu ayrıntıyı da vereyim. O bile bu kadar sevmişse bir bildiği vardır.
Twitter: @altnskmrt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder